Mülteci Kadınlarda Şiddete Karşı Direnç ve Hayatta Kalma

Makale İncelemesi: Mariastella Pulvirenti and Gail Mason, 2011, Resilience and Survival: Refugee Women and Violence, Current Issues in Criminal Justice, 23(1), 37-52. 

Tuba Nilüfer Uğur

 

Kaynak: https://everydayrefugees.org/document/

 

Kadınlar ve çocuklar, mülteci olma süreçlerinde şiddet, keder, yerinden edilme, yakınlarını kaybetme ve istismara uğrama gibi fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet temelli birçok travma ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu sebepledir ki, mülteci kadınlar ve çocuklar ülkelerinden kaçma, göç etme, mülteci hayatı yaşama ve bu süreçlerde yaygın bir şekilde şiddete maruz kalmaları sebebiyle Birleşmiş Milletler tarafından “en savunmasız grup” olarak tanımlanmışlardır. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliğine göre mülteci kadınların %80’i muhalif güçler, sınır muhafızları ve barış güçleri tarafından rutin olarak cinsel istismara ve tecavüze uğramaktadır. Bunların yanı sıra, mülteci kadınlar yerleştirildikleri yerlerde şiddetli çatışma ve savaş travmaları yaşayan erkek aile bireyleri tarafından da tekrar şiddete maruz kalabilmektedirler. Fakat, yaşadıkları bütün bu olumsuzluklara karşın kadın mültecilerin travmalara çok daha dayanıklı oldukları ve uzun vadeli zihinsel sağlık sorunlar yaşamadıkları saptanmıştır. Ancak, Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliğince “dayanıklı ve hayatta kalma becerileri yüksek” olarak nitelendirilen mülteci kadınların yerleştirildikleri bölgelerde yaşadıkları aile içi şiddet ve yoksulluk gibi olumsuzluklar dayanıklılıklarını aşındıran ve güvenli yaşam arayışlarına yıkıcı darbe vuran bir durum oluşturmaktadır. Ek olarak, ev sahibi ülkelerin kaynaklarını kıtlaştırması, karşıt siyasi söylemler ve popüler düşmanca tavırlar dayanıklılığı zayıflatan diğer faktörler arasında yer almaktadır. Mülteci kadınların sahip oldukları dayanıklılık hali sonsuza kadar süren bir durum değil, aksine sürekli desteklenmesi ve tekrar tekrar başarılması gereken bir olgudur. Bu sebeple toplum ve aile, mülteci kadınların dayanıklılıklarını sürdürme konusunda çok önemli bir rol oynamaktadır. Örneğin ABD’deki Bosnalı kadın mültecilerin aileleri yalnızca dayanıklılıklarını desteklememiş, onlara yaşamak için bir amaç vermiştir. Bu amaç her ne kadar cinsiyetlendirilmiş eş ve anne rolleri içerse de hayattan vazgeçmemelerini sağlamıştır.

 

Mülteci kadınların dirençli ya da dayanıklı olarak görülmelerinin sebebi anavatanlarından, mülteci kamplarından, güvensiz göç yollarından; tecavüz, işkence, açlık, şiddetli çatışmalar, travmalar, aile bireylerinin kaybı ve yoksulluk gibi insan yaşamını derinden sarsan birçok olumsuzluklardan sağ çıkabilmeleri ve yeni bir ülkede hayata devam etmeyi başarabilmeleri olarak değerlendiriliyor. Fakat halihazırda bu dayanıklılık hali “hayatta kalma” arayışı ile ilişkilendirilerek yalnızca yiyecek, barınma ve çocuklar için güvenlik gerekliliklerine kadar indirgenmiştir. Bu durum süreci iyileştirmekten çok mülteci kadınların şiddete karşı dirençlerini genişletmekte ve sorumluluğu hükümetten alıp mülteci kadınlara yüklemektedir. Böylece kişi nasıl dirençli olunacağını öğrenmek ve çocuklarına öğretmek zorunda kalmaktadır. Mülteci kadınların dirençli oldukları ifadesi kendi başlarının çaresine bakabilecekleri ve hükümetin desteğine ihtiyaç duymadıkları izlenimini oluşturmamalıdır. Fakat, mülteci kadınların direnç derecelerinin aldıkları yardımları etkilediği göz önünde bulundurulduğunda, dayanıklılığın devletin sorumluluğunu azaltan ve kaynakları kıtlaştıran bir kavram olarak kullanıldığı ortaya çıkmaktadır. Mülteci kadınlar kendi başlarına değil, ancak geniş topluluklar ve destekler ile dayanıklılıklarını sürdürebilirler. Bir başka deyişle, dayanıklılık bireysel bir özellikten ziyade dışarıdan destek alınan bir süreç olarak görülmelidir. Ayrıca, şiddete toleranslı olmak; zararlı olmadığı, yasal bir önleyiciye ihtiyaç duyulmadığı veya müdahale edilmemesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Çünkü mülteci kadınları dirençli kılan şey şiddetle başa çıkabilme yetenekleri değil, hayatlarını dönüştürebilme kapasiteleridir ve dönüşüm için aile, arkadaş ve toplum desteğine ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple yapılması gereken barınma, istihdam ve maddi destekler hem yaşam koşullarını oluşturmalı hem de dönüşüme uygun bir çerçeve sunmalıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Toplumsal Cinsiyet ve Barış

Kitap İncelemesi: Judith Butler, Cinsiyet Belası

KARAR 2467 - BM KADIN, BARIŞ VE GÜVENLİK AJANDASINDAKİ SON GELİŞME